3 Aralık 2012 Pazartesi










MARSİLYA...

İlk yurtdışı seyahatimi yaptığım Marsilya benim için karmakarışık bir deneyim oldu. Önce tersten başlayıp Mart başında Pegasus Havayollarından gidiş dönüş uçak biletimi 230 tl gibi makul bir ücrete satın aldım. Marsilya'ya Pegasus ve Air France'in direk uçuşları bulunmakta. Ama Cote d'Azur bölgesini dolaşacaksanız Nice üzerinden de buraya varmanız mümkün. Zaten bu bölgede tüm şehirler arasındaki en uzak mesafe araba ile sadece 2 saat...

Seyahat tarihim 11 Mayıs idi ve 10 gün sürecekti. Pasaport işlemlerimi Nisan ayında başlattım. Tıkır tıkır işleyen yeni sistemle pasaportum
2 gün içerisinde bana ulaştı. Daha sonra şu bizi gerim gerim geren vize işlemleri...

Benim şansım, tur şirketinde çalışan arkadaşımın aracı kurum ne istiyorsa eksiksiz olarak bana söylemesi ve beraberce hazırlamamız oldu. 10 sene evvel Almanya'dan yediğim reddin verdiği kaygıyla evraklarımı Fransa 'nın aracı vize işlemcisi olan ''VFS GLOBAL'' şirketine teslim ettim. 2 iş günü sonra telefon edip vizemin çıkıp çıkmadığını sorarken kalbim güm güm atmaktaydı ama olmuştu... 3 aylık ilk vizem pasaportumun temiz sayfalarında yerini almıştı işte... Bundan sonrası yaz tatilimi süsleyecek olan 3 ülke 12 şehirdi:))

Şehre vardığım ilk gecenin sabahı şık bir sahil bölgesi olan Cassis'le Marsilya turuma başladım. Cassis, şarapları, sahili ve kibirli Fransız garsonlarıyla ilk günümde beni gerçekten etkiledi.
Fransa’nın en eski bağcılık bölgelerinden biri olan Cassis' de, (M.Ö. 600 yılında) Finikeliler’in gelişinden bile önce şarap bulunmaktaymış.
Cassis
E bizde ortalamaya göre pahalı olan 15€' luk 1 şişe rose Cassis şarabımızı aldıktan sonra deniz kenarına iniyoruz. Burada herkes o kadar rahat o kadar umursamaz ki bizim tabirimizle baya halk plajı... Tarih henüz Mayıs ayı ortaları olduğundan ben denize ayağımı bile sokamıyorum zira Cote d'azur bölgesinin denizinin soğukluğu malumunuz...

Akşama doğru çilekli tartla yaptığım kahvaltının eksikliği yavaş yavaş hissedilmeye başlıyor ve acıkıyorum.
 Ne yesek diye araştırırken ''Moules & Frites'' önerilenlerin arasında başı çekiyor. Hemen bir restoran buluyoruz ve Fransa seyahatim boyunca beni muhakkak bulacak olan ukala garsonlardan birine siparişimizi veriyoruz.
Öncelikle 1 şişe yerel Cassis şarabı söylüyoruz, bu sefer ki beyaz. Daha sonra başlangıç için istiridye, midye ve deniz salyangozu gibi çiğ ürünlerden oluşan soğuk deniz tabağı siparişi...

Benim için ilginç bir deneyim... Tabakta en çok sevdiğim ise deniz salyangozuydu diyebilirim. Sonrasında gelen ''Moules & Frites'' ise Güney Fransa'nın en beğendiğim yemeğiydi. Gittiğim restoranlarda sıkıştığım anda kurtarıcı yemeğim oluverdi bir anda... Fiyatlardan söz edecek olursak moule frite: 12/15€, şarap: 15/30€ euro ve soğuk deniz mahsulleri tabağınız ise: 40/70€ arasında değişen bir skalaya sahip. Cassis'te Marsilya'daki ilk günbatımıyla günümüzü tamamlıyoruz.


Notre Dame de la Garde
Ertesi gün istikamet Prado Beach... Burada da Cassis'te ne yaptıysanız yapmanız mümkün. Güneşin tadını doyasıya çıkarın. Ancak sahilde güneşlenirken şarabınızı içemiyorsunuz çünkü burada alkol tüketimi yasak!

Plaj sonrasında tepede bulunan ve Marsilya'nın simgesi haline gelmiş olan Notre Dame de la Garde mutlaka gezilmeli. Şehrin neresinden bakarsanız bakın bu kilisenin tepesindeki altın varak kaplı olan Meryem Ana ve kucağındaki İsa heykelini görmeniz mümkün. Ben altın kaplı olduğunu öğrenince Türkiye'de olsa kol bacaktan başlayıp yavaş yavaş erite erite götürürlerdi bu koca yapıyı demiştim. Bu kiliseye aşağıdan yukarı çıkan otobüslerin son saati 17.00-18.00 aralığında..
Bandol Şarapları
Gittiğim dönemin de şansıyla ertesi günümüzü bir diğer plaj La Couronn ve yine şaraplarıyla beni kendine aşık eden Bandol'de geçiriyoruz. Bandol sahilinde ünlü markalar ve pahalı restoranların yanı sıra bütçenize uygun yerler bulmak da mümkün. Evimde hala açmaya kıyamadığım için sakladığım Bandol Rose şarapları ise mümkünse 3-5 şişe stoklanmalı.

Marsilya turuma sokaklarla devam ediyorum. Çok yoğun bir insan trafiğinin yaşandığı Vieux Port'ta ara veriyor, önce çikolatalı krebimi yiyor daha sonra Le pointu'da şarabıma kaldığım yerden devam ediyorum. Seyahatim şarap üzerine kurulu... Zaten su ve şarap fiyatlarını kıyasladığınızda şarap almak daha makul geliyor benim gibi şarap severlere. Daha sonra meşhur Marsilya sabunlarının bulunduğu sokaklara dalıyorum ama alerjik olduğum aklımdan çıkıyor. Bu sokaklar gerçekten buram buram sabun kokuyor.

Hediyelik alabilecek kadar dayanabiliyor ve çıkıyorum. Sokaklarda beni en çok etkileyen şeyler kapılar. Sağ tarafta da gördüğünüz üzere rengarenk kapılarıyla beni benden aldı buradaki dükkanlar. Bunların haricindeyse sokaklar çöplerle dolu. Zaten bu şehir Fransa'nın varoşları olarak da tabir edilmekte...

Aix en Provence şehri muhakkak görülmeli ancak, orası benim gözümde ayrı bir blog konusu... Merak edenler için arkadaşım İnci Ogan benim hislerimle birebir bir blog yazmış bile... Siz de buradan bilgilere ulaşabilirsiniz. http://inciogan.blogspot.com/2012/11/temmuzun-son-pazar-ve-sarap-fuar-aix-en_25.html?spref=fb


Château d'If


Limandaki turumun ardından ufak teknelerle denizin ortasında bulunan Château d'If e doğru yol alıyorum. Kişi başı 6€ bot fiyatı ve dönüşünüzü de içermekte. 1524 yılında inşa edilen bu şato, 17. yüzyılda devlet hapishanesine dönüştürülmüş. Görülmeli dediğim yerlerden... İnsanın içinde garip duygular uyandırıyor mahkumların kaldığı zindanlar...Alexandre Dumas’ın romanı Monte Cristo Kontu'yla üne kavuşan Château d'If şehrin en güzel manzaralarından birine de sahip bence...



Tabi ki gece hayatı da mevcut buralarda ancak benim gittiklerimin arasında en beğendiğim yer Mama Shelter... Bir yandan ödüllü şeflerin bulunduğu mutfaklardan birinde yemeğimi yerken diğer yandan dj'in çaldığı hoş müziklerle kendimi Marsilya'nın büyüsüne kaptırabiliyorum. Hem dekorasyon, hem menü, hem de atmosfer olarak beni etkileyen nadir mekanlardan... Tavandaki tebeşir yazılarını silgiyi elime alıp silmemek için çok direndim bunu da eklemeden geçemeyeceğim...
Limanda bulunan Barberousse 'a uğranıp bir kaç rhum shot atmadan da geceyi sonlandırmayın derim...
 
 
Gezim boyunca birçok yer gördüm, tabi şehirde yaşayan bir kaç arkadaşımın da olması beni diğer turistlere göre daha şanslı kıldı. 2 girişimimde de başarısız olduğum Calanque'a gitme sevdamı bu yaza erteledim... Sizde mutlaka gidin görün...
Yazın püfür püfür esen havasıyla sıcaklığını hissetirmemesi ayrı bir avantaj...Çıtır çıtır ekmekleri, muhteşem çilekli tartları ve sufleleri, peynirleri, şarapları aklıma geldikçe yutkunmakta olduğum bir karanlık şehir Marsilya...Her gidişinizde yeni bir şeyler keşfedebileceğiniz...
Biz İstanbullular için öyle çok da güvensiz değil. Suça aşinayız ne de olsa...









1 yorum:

  1. görmediğim yada gidemediğim her ülkeyi öylesine güzel anlatmışsın ki, yazdığın her kelime her cümle gözümde canlandı. sanki bende orada seninle gezmişim gibi.... Ellerine sağlık:))

    YanıtlaSil